The Lydians and their World (2010)

by Christopher Roosevelt

Lidyalılardan Önce Lidya

Giriş

Bir Demir Çağı krallığı olan Lidya’nın başkenti Sardeis’in yükselmesinden çok önce, tarihî Lidya bölgesi bin yıl boyunca iskân görmüştü. Yine de Lidya dili konuşan toplulukların Orta Batı Anadolu’nun bu kısmına kesin olarak ne zaman geldikleri tam anlamıyla açıklığa kavuşmamıştır. En iyi şekilde daha geç tarihe ait Klasik kaynaklardan bildiğimiz “Lidya”nın bölgesel tarifi, Demir Çağı Sardeis’inde tarihî kralların saltanatlarından önce pek önem arz etmemiş olabilir. Dolayısıyla “Lidyalılardan önce Lidya” üzerine bir araştırma bir şekilde tartışmalı coğrafi ve kronolojik sınırlarla ifade edilmek zorundadır. Lidya’nın en erken sakinlerinin bölgesel tanımı ve kültürel bileşimi konusunda hâlen yeterli bilgiye sahip değiliz. O hâlde buradaki odak noktamız, ana yurdu Gediz (antik Hermos), Küçük Menderes (antik Kaistros) ve bunların Manisa, İzmir ve Uşak’taki kollarının yarattığı geniş vadilerden meydana gelen Lidya Krallığı’nın toprakları ile örtüşen İç Orta Anadolu’dur. Kronolojik olarak, bu inceleme yaklaşık MÖ 1200’de, Geç Tunç Çağı’nın sonu ile Yunan kaynaklarında değinilen Sardeis’te merkezî iktidarın kademeli yükselişine yol açan, ama çok az araştırılmış Geç Tunç Çağı’ndan Erken Demir Çağı’na geçiş evresine kadar olan zaman dilimini ele alır.

Orta Batı Anadolu’nun prehistorik geçmişi ile ilgili araştırmalar bir yüzyıldan fazla bir süredir devam etmektedir, ama bunlar sadece yakın zamanda yoğunlaşmıştır. Kazılardan ziyade yüzey araştırmalarıyla şekillenen bu dönem, bölgedeki önemli yerleşmelerin yayılımının genel olarak anlaşılmasına katkı sağlamıştır, ancak stratigrafik denetimin eksikliği, yerel kronolojilerin Anadolu’daki ve Ege’deki daha geniş çaplı gelişmelerle olan ilişkileri hakkında daha fazla bilgi edinme ihtiyacını doğurmaktadır. Mevcut bilgilerimizdeki boşluklar ayrıca, diğer tipte ve büyüklükteki yerleşmeleri göz ardı etme pahasına sadece dikkat çeken höyükleri bulmaya ve kronolojik olarak tanımlayamaya odaklı yüzey araştırmalarından ile hâlen aktif alüvyal ve erozyonal süreçlerin nehir vadileri ile içindeki ve etrafındaki erken dönem sit alanlarını yok etmesinden kaynaklanmaktadır.1 Bununla beraber, görünen o ki, bölgenin prehistorik arkeolojisi özellikle zengindir ve Paleolitik’ten Geç Tunç Çağına kadar olan zaman dilimini kapsamaktadır. Süregelen ve gelecekteki yüzey araştırmaları ile kazılar önemi giderek artan sonuçlar vaat etmektedir.2 Neolitik Çağ ve Geç Tunç Çağı arasında Orta Anadolu’da yaşayan yerleşik nüfusun Paleolitik’ten Mezolitik’e devam eden faaliyetlerine, kültürel ilişkilerine ve yerleşme şekillerine ait geçici izlerin önemine ilaveten, “Lidyalılardan önce Lidya” konusuyla alakalı geriye kalan anahtar sorular arasında, Geç Tunç Çağı’ndan Erken Demir Çağı’na geçişin niteliği ile Lidya dili konuşan toplulukların geliş tarihleri ve şartları da bulunmaktadır.

Paleolitik ve Epi-Paleolitik Dönemler

İç Orta-Batı Anadolu’daki Paleolitik kalıntılar seyrektir, ama gene de bölgede, ortak yiyecek arama alanları ve yolları üzerindeki hem mağara hem de açık hava yerleşmelerinde yoğunlaşmış faaliyetlere ait kanıtlar sergilerler. Anadolu’nun genelde Afrika, Güneybatı Asya ve Avrupa arasındaki teknoloji ve insan göçünde önemli bir rol oynadığı bilinen bir görüştür.3 Orta-batı Anadolu’nun da bu geniş ölçekli süreçlere dâhil olması mümkündür. Manisa Dağı’nın (antik Sipylos) yamaçlarındaki mağaralarda bulunmuş Paleolitik aletler ve Küçük Menderes vadisinin güney kıyısındaki kaya resimleri4 dışındaki, güvenli bir şekilde tarihlenebilen Paleolitik kanıtlar, Marmara Gölü’nün (antik Gyges Gölü) hemen güneyindeki, Demir Çağı tümülüsleriyle ünlü Bin Tepe’de bulunan Bozyer adlı açık hava yerleşmesinde ortaya çıkarılmıştır (Şek. 1, 2).5Alçak höyük ve yanında dere yatağı boyunca dağılmış Levallois tipi yongalar ve boynuztaşı çekirdekleri ile muhtemelen Abbeville tipi yongalar daha Orta Paleolitik’te, hatta daha öncesindeki (günümüzden yaklaşık 250.000-45.000 yıl önce) toplayıcı erken insan topluluklarının varlığını kanıtlamaktadır.6 Yerel aletler, iyi bilinen Levantin ve Avrupa teknolojisini yansıtmakta, bu dönemlerdeki geniş kültürel göstergenin ilişkilerini ortaya koymakta ve Anadolu’nun bu daha iyi bilinen bölgeler ile oynadığı aracı rolününün önemini vurgulamaktadır.

Avrupa’da, genellikle modern insanın ortaya çıkışıyla birlikte sembolik betimlerin sayısındaki ve tiplerindeki “devrim niteliğinde” artış sayesinde ayırt edilen Üst Paleolitik ve Epi-Paleolitik’e (yaklaşık 45.000-15.000 yıl önce) ait kanıtlar Anadolu’nun diğer yerlerinde olduğu gibi Orta-Batı Anadolu’da da nispeten azdır.7 Orta Lidya’dan birkaç muhtemel geometrik mikrolit örneği ve diğer taş aletler, Ege dünyasında Mezolitik olarak adlandırılan Epi-Paleolitik dönem faaliyetlerini temsil edebilir.8 Bölgedeki diğer yerlerde de görülen Paleolitik ve Epi-Paleolitik yerleşimlerin seyrekliği, muhtemelen erken prehistorik faaliyetlerin gerçekten az oluşundan ziyade genellikle daha geç Prehistorik dönemlere odaklanan yüzey araştırmalarının yöntem ve hedeflerinden kaynaklanmaktadır. Kuzeybatı, Güneybatı ve Orta Anadolu’da açık hava ve mağara yerleşimlerinde yapılan çalışmalar bu görüşü desteklemekte, ileride bu bölgelerde yeni keşiflerin yapılabileceği umudunu vermektedir.9

Adala-Karataş ve Köprübaşı arasında, Gediz Nehir vadisinde yer alan Sindel Köyü yakınındaki ayak izleri, uzun zamandır Orta Batı Anadolu’da Paleolitik insanların varlığını gösteren en çapıcı kanıt olarak kabul görmektedir (Şek. 7). Ayak izleri aslen nemli bir tabakaya çıkmıştır ve Çakallar Tepe olarak bilinen Kula Volkanik Alanı’nın Pleistosen-Holosen çağı cüruf konisinden çıkan bazalt lavları tarafından tesadüf eseri korunmuştur. İzler Laetoli, Tanzanya’da bulunmuş olan, daha iyi bilinen ve daha geç bir keşif olan Australopithecus afarensis’inkileri hatırlatmaktadır. 10Ayak izlerini daha eski atalarımızla (yaklaşık 250.00 yıl öncesine) ilişkilendirme çabalarına karşın, son radyometrik veriler bunların Holosen Çağı’nda meydana geldiklerine işaret etmektedir.11 Bu, son 10.000 yıl öncesi anlamına gelmektedir ve ayak izleriyle birlikte 15.000 yıl öncesine kadar evcilleştirilmediği bilinen köpeklere ait izlerin birlikte bulunmuş olması söz konusu tarihi doğrulayan başka bir kanıttır. Şimdiye kadar Lidya’daki Neolitik öncesi buluntuların azlığına bakılırsa, söz konusu izler Holosen’in geç evrelerinde, belki de Neolitik Dönemin yerel sakinleri tarafından ve kendileriyle çağdaş ya da yakın geçmişte meydana gelmiş volkanik faaliyetleri kaydetmelerini bekleyebileceğimiz Klasik Dönem tarihçilerinden çok önce yapılmış olmalıdırlar.

  • Şek. 1

    Ortabatı Anadolu’daki Paleolitik, Neolitik ve Kalkolitik yerleşimleri gösteren harita (Christopher Roosevelt ve Central Lydia Archaeological Project izni ile)

  • Şek. 2

    Bin Tepe’de, Gediz nehir vadisinin kuzey kenarındaki Bozyer ve çevresi (Christopher Roosevelt ve Central Lydia Archaeological Project izni ile)

  • Şek. 7

    Sindel yakınındaki Çakallar lav akıntıları tarafından korunmuş ayak izi (Dedeoğlu 2003, 18)

Neolitik ve Kalkolitik Dönemler

Orta Anadolu’da Epi-Paleolitik’ten (ya da Mezolitik’ten) Neolitik’e geçiş yeterince açık değildir, fakat şu anda görünen o ki, arkeolojik verilerde fark edilen değişimler yeni gelen toplulukların eseri olabilirler.12 Süregelen araştırmalar, küçük ölçekli köy topluluklarında yerleşik hayata geçişin ve tarıma dayalı yaşamın aynı zamanda ortaya çıkışını bu bölgede Neolitik’in başlangıcı olan MÖ yedinci binyılın ortaları ile sonuna yerleştirmektedir. Burada söz konusu dönem “Geç Neolitik” olarak adlandırılacaktır, çünkü bahsi geçen değişimler Anadolu’nun geri kalanında çok daha erken dönemlerde meydana gelmiştir.13 Geç Neolitik toplulukların Göller Bölgesi’nden ya da başka yerlerden mi geldikleri hâlen tartışmalıdır ve araştırmalar sonuçta Geç Neolitik kültürlerin hâlen bilinmeyen erken yerel Neolitik geleneklerden geliştiğini gösterebilir. Anadolu’nun diğer yerlerinde Erken Kalkolitik’e kadar uzanan (MÖ erken altıncı binyıl) bu Geç Neolitik Dönem, Güneydoğu Avrupa’daki ve Balkanlardaki en erken Neolitik kültürlerle çağdaştır. Aslına bakılırsa Batı Anadolu’nun Yakındoğu’dan Avrupa’ya geçen tarım toplulukları için köprü görevi gördüğü bazen ileri sürülmektedir14, ama bu görüşün Batı Anadolu’da yapılacak daha fazla araştırmayla desteklenmesi gerekmektedir. Yine de, erken dönemlere kıyasla elimizde Geç Neolitik’e ait çok daha fazla veri vardır.

Orta Batı Anadolu’nun Geç Neolitiği için tipik yerleşim 1995’ye kazılmaya başlanan Kemalpaşa Vadisi’ndeki Ulucakhöyük’tür. Burada Geç Neolitik, MÖ yedinci binyıl sonu-altıncı binyıl başına ait en az iki yapı katı tarafından iyi şekilde temsil edilmektedir.15 Yerleşim sakinlerinin kültürel ve ekonomik ilişkileri çeşitli özellikler ışığında açıklanmıştır: mimari düzen ve yerleşim düzeni (dal örgü ya da “dikme duvar,” kümelenmiş yaşam birimleri daha sonra ise kerpiç, sıkıştırılmış toprak ve sokaklar boyunca yerleştirilmiş ahşap mimari), keramikler (kırmızı astarlı, perdahlı ayırt edici formlar) (Şek. 8, 9) ve diğer küçük buluntular (örneğin figürinler ve kemik kaşıklar) kuzeydeki bölgelerle, özellikle Marmara Denizi, Trakya çevresindeki “Fikirtepe Kültürü” ve doğu-güneydoğu Göller Bölgesi’ndeki kültürler ile benzerlikler, ama aynı zamanda yerey düzeyde ayrılıklar göstermektedir.16 Ege ve Orta Anadolu ile olan bağlar Ulucak ve bölgedeki diğer yerlerde görülen Melos ve Orta Anadolu obsidyenleri tarafından temsil edilmektedir.17 Ulucak’taki figürin ve desenli kumaş üretimi kuşkusuz gelişmiş törensel ve sembolik uygulama ve inançları da yansıtmaktadır.18

Ulucak Ortabatı Anadolu’da kazılmış tek Neolitik yerleşim olmakla birlikte, bölgede en az 11 yerleşim daha (Kemalpaşa Vadisi’nde iki, Manisa Dağı’ın kuzeyinde Manisa ve Akhisar vadilerinde altı, güneydoğuda Alaşahir Vadisi’nde üç tane) benzer yüzey buluntularına, özellikle de keramiklere sahiptir.19 Bütün bu Geç Neolitik yerleşimler vadi zeminlerinde yükselen höyüklerde ya da vadileri meydana getiren dağ silsilelerinin yamaçlarındaki doğal yükseltilerde konuşlanmıştır ve hepsi iyi sulanan, tarım açısından zengin topraklarda bulunurlar. Bu durum, yerleşim alanlarının tarımsal yaşam tarzını benimsemiş topluluklar göz önünde bulundurularak seçildiğini göstermektedir.

Yerel Geç Neolitik’i takip eden Orta Neolitik’te (MÖ altıncı binyılın ikinci yarısı -MÖ beşinci binyılın ilk yarısı) yaşanan geniş çaplı bir terk bu dönemi tanımlamaktadır ve hem yüzey araştırmaları hem de Ulucak stratigrafisiyle kendini göstermektedir. Bu boşluk Batı Anadolu’nun büyük kısmında izlenebilmektedir. Geç Kalkolitik’in sonlarında, yani MÖ beşinci binyılın ikinci yarısında ve MÖ dördüncü binyılda yerleşimler yeniden ortaya çıktığında, bunlar yine verimli alanlarda kurulmuşlardır. Batı Anadolu’nun diğer yerlerinde metalurjideki ve taş işleme teknolojisindeki ani artış, uzun mesafe ticaret ile sosyal yapıdaki karmaşıklaşma çağdaş eğilimler olarak karşımıza çıkar. Ortabatı Anadolu’da bu eğilimler en iyi şekilde, Batı Anadolu ve Ege’de yaygın olarak görülen Kilia tipi mermer figürinler ile mermer vazoların MÖ beşinci binyıl ortalarındaki üretim merkezi Akhisar Vadisi’ndeki Kulaksızlar’da izlenebilmektedir (Şek. 10).20 Kulaksızlar dışında, bu dönemde yeni yerleşmelerin filizlenmesi, MÖ dördüncü binyıla tarihlenen en az yirmidört yerleşmenin ortaya çıkışı ile kendini göstermektedir.21 Geç Neolitik’te görüldüğü üzere, keramik repertuvarı kuzeyde Troas ve Marmara çevresi ile doğu-güneydoğuda Göller Bölgesi ile ilişkilere işaret eder; ama şimdi kıyı ve doğu Ege yerleşimleri de dâhil olmuştur. Fakat farklı niteliklerdeki ve boyutlardaki keramikler bölgenin Geç Neolitik’te olduğu gibi kültürel açıdan farklılığını yansıtır.22 MÖ dördüncü binyılın sonuna gelindiğinde, Güneybatı Anadolu ile olan keramik ilişkileri kesilir ve Ortabatı Anadolu ile kuzeyindeki daha yaygın gelenekler baskınlaşır.23

Yerleşim tercihleri ile Geç Neolitik ve Geç Kalkolitik Ortabatı Anadolu’daki bölgesel ilişkilerde izlenen açık bağlantılar göz önünde bulundurulduğunda, Orta Kalkolitik’teki boşluğun ne anlama geldiği merak konusudur. Bazı bilim adamları Geç Kalkolitik’teki yeniden canlanmayı Güneydoğu Avrupa’dan gelen göçmen nüfusa bağlamakla birlikte, devamlılığın varlığı göçü tartışmalı bir konu yapmaktadır.24 Yine de MÖ beşinci binyılın sonlarında, özellikle de MÖ dördüncü binyılda Güneydoğu Avrupa ile Batı Anadolu arasında girerek artan ilişkiler halka idoller, keramikler ve figürinlerle temsil edilmektedir.25 Ancak söz konusu ilişkilerin niteliği hâlen tam anlamıyla ortaya koyulmamıştır. Bunlar toplu göç ile kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıklanamaz; geniş bir kültürel etkileşim alanı daha mantıklı bir model olabilir.26 Ortabatı Anadolu’nun böyle bir etkileşime iştiraki, bölgenin iletişim koridoru olarak konumu göz önüne alındığında şaşırtıcı değildir. Bölgenin bu işlevi, yerleşimlerin kıyı ve iç kesimler ile Kuzeybatı ve Güneydoğu Anadolu’yu birbirine bağlayan başlıca nehir vadileri boyunca düzenli aralıklarla yayılmış olmalarından gayet iyi anlaşılabilmektedir.27

  • Şek. 8

    Ulucak Höyük’ten Neolitik çanak çömlek seçkisi (Ulucak Kazısının izni ile)

  • Şek. 9

    Ulucak Höyük’ten Neolitik çanak (Ulucak Kazısının izni ile)

  • Şek. 10

    Kulaksızlar’da bulunmuş parçalardan yapılan Kilia tipi figürinin kompozit çizimi (T. Takaoğlu'nun izni ile)

Erken Tunç Çağı

Ortabatı Anadolu’nun Geç Kalkolitik’teki bağlarını tanımlayan geniş kültürel etkileşim alanı Erken Tunç Çağı’nda (ETÇ), MÖ üçüncü binyılda varlığını korumuştur. Toplumsal yapının giderek karmaşıklaşması ve artan bölgelerarası bağlar yanında kültürel süreklilik çok büyük ölçüde devam etmiştir. Genel olarak, Batı Anadolu’da ETÇ bir dizi kademeli değişimler ile tanımlanır: birçok yeni yerleşimin ortaya çıkmasıyla bağlantılı nüfus artışı; yerleşim boyutları ve yapılardaki değişimler; anıtsal yapıların ve tahkimatların kendini göstermesi; özellikle metalürji ve keramik alanındaki üretim teknolojilerinde ilerlemeler; mezar buluntularından anlaşıldığı kadarıyla, merkezileşen toplumlar içinde mevkilerini egzotik mallarla belli eden üst sınıf mensupları arasındaki uzun mesafeli ticarete ait artan kanıtlar. Bu eğilimler ETÇ I evresinde (yaklaşık MÖ 3000-2700) görülmekte, fakat asıl ETÇ II’te (yaklaşık MÖ 2700-2400) ve ETÇ III’te (yaklaşık MÖ 2400-2000) belirgin hâl almaktadır. Ortabatı Anadolu’da ise bunlar sadece belli belirsiz tespit edilebilmektedir; başka bölgelerde açıkça tanımlanabilen gelişmeler ve kronolojik evrelerle ilişkileri muğlaktır. Yine de eldeki kanıtlardan bazı genel şablonlar çıkarabiliriz.

20. yüzyılın başında, Yukarı Bakırçay Vadisi’nde, Gelembe’nin hemen kuzeyinde Yortan (bugünkü Bostancı); 1960’larda Marmara Gölü’nün güney kıyısında Ahlatlı Tepecik ve Eski Balıkhane ve son yıllarda Alaşehir yakınındaki Gavurtepe ve Kemalpaşa Vadisi’ndeki Ulucak gibi alanlarda yapılan sınırlı kazılar dönem için en iyi kontekst buluntularını vermektedir ve hem gömülerden hem de yaşam alanlarından gelen malzemeler arasındaki belirgin benzerlikleri açığa çıkarmaktadır.28 Aynı zamanda, yüzey araştırmalarında bölgede geniş ve düzenli yayılım gösteren 100’ün üzerinde ETÇ yerleşmesi tespit edilmiştir ve görünüşe bakılırsa çoğu bu dönemde kurulmuştur (Şek. 11).29 Önceki dönemlerde olduğu gibi, birçok yerleşme vadi tabanlarından yükselen höyükler üzerindedir. Bazıları ise vadi kenarlarındaki doğal sırtlarda ve platolarda bulunur.

Neolitik ve Kalkolitik dönemlerdeki gibi, ETÇ’de de bölge sınırları dâhilinde detaylı kazılmış yerleşimlerin azlığı, belirgin geleneklerin mezarlarda sıkça bulunmuş keramik ve küçük buluntular sayesinde yapılabilecek kültürel ve ekonomik açıklamaları kısıtlamaktadır. Detayların hâlen açığa kavuşturulması gerekse de elimizdeki buluntu gruplarına dayanarak, ETÇ I ve ETÇ II Batı Anadolu’daki geniş keramik alanlarının somutlaştığı evreler şeklinde ifade edilebilir. Böylece Lidya, Yortan’daki pithos mezarlığından çıkanlara benzeyen çanak çömlekleriyle birlikte, Troia I-Yortan-İznik bölgesine girmektedir.30 Aynı üsluptaki keramiklerin Gediz nehri vadisi boyunca Kula’ya kadar görülmesi, söz konusu üslubun geniş kapsamını göstermekte, aynı zamanda doğu kadar güneydeki dağlık bölgelere ve vadilere de nüfuz etmiş olabileceğini düşündürmektedir ki, bu da bahsedilen bölgede ortak bir kültürel çevrenin varlığına işaret eder.31 Doğudaki (örneğin Kusura ve Beycesultan), batıdaki (Iasos, Lesbos, Khios ve Samos gibi kıyı Ege yerleşimleri) ve güneydeki (Karia Aphrodisias’ı ve Lykia’daki Karataş-Semayük) yerleşimlerle açıkça izlenen keramik bağlantıları Batı Anadolu’nun ETÇ etkileşim alanlarının genişliğini göstermektedir.32

Sit alanları yerel yerleşim şekillerinin detaylarını açığa çıkaracak kadar kazılmamıştır; yine de kazılan yerlerdeki gömülere ait kalıntılar, yukarıda değinilen dönemde hem yerleşme içi (genellikle çocuklara aittir) hem de yerleşme dışı gömü tiplerinin ve buluntularının çeşitliliği hakkında önemli bilgiler sağlamaktadır. Batı Anadolu’daki diğer yerler gibi, en çok rastlanan gömü tipi, bedenin bir pithos içine yerleştirildiği tiptir; ölüye hemen her zaman keramikler ve bazı örneklerde de zengin başka buluntu grupları eşlik eder: taş vazolar, metal ya da taştan hayvan figürinleri ve antropomorfik figürinler veya “idoller”, cilalanmış taş baltalar, bakır alaşımlı silahlar, gümüş, altın veya elektron şahsi süs eşyaları (Şek. 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19).33 Ege kıyı bölgelerine yakın yerlerde görüldüğü üzere, sandık mezarlar da mevcuttur. Bunlar bazen pithos gömülerin yanındadır ve Kiklat geleneklerinden etkiler taşırlar.34 Kiklatlarla ilişkiler Akhisar Vadisi’ndeki bir pithos gömüde ele geçmiş ETÇ II’ye tarihlenen Kiklat yapımı iki taş kâse ile ayrıca temsil edilmektedir.35 Gömü ve yerleşim kanıtlarından da izlenebilen Kiklat etkileri, kendilerine özgü gömü gelenekleriyle gelen yeni halklardan ziyade ve tamamen Anadolu’ya özgü gelişimler değilse, Geç Kalkolitik kültürel ilişkilerini şekillendirmiş aynı tip geniş etkileşim alanının ürünüdür.36

Geç ETÇ II evresinde ve ETÇ II’nin sonunda birçok yerleşimde görülen tahribatın akabinde, ETÇ III’ün böyle geniş etkileşim alanları, Anadolu’da şimdi Troia, Limantepe ve Batı Anadolu’daki Karataş-Semayük, Orta Anadolu’daki Demircihöyük ve Küllüoba ile Kilika’daki Tarsus gibi beyliklerle ilişkili üst sınflar arasındaki mal alışverişinde ciddi artışa sebep olmuştur. “Anadolu Ticaret Ağı” veya “Büyük Kervan Yolu” olarak bilinen bu etkileşim alanı MÖ üçüncü binyılın ikin yarısında mal gruplarına bölgeler arası karakter kazandırmıştır. Bunlar arasında mermer idoller (Şek. 17) ile depaslar, çift kulplu bardaklar ve kesitli akıtacaklı testiler gibi (Şek. 15) batı kökenli mallar yanında, tipik doğu etkili el yapımı vazolar ve Suriye şişeleri bulunur. Ayrıca, artık gerçek kalay tuncundan yapılan metal nesnelere (mesela mühürler, silahlar ve iğneler) karşı ilgi genel anlamda artış göstermektedir.37 Böyle birçok buluntu Ortabatı Anadolu’daki buluntu grupları arasında görülmektle beraber, bölgenin MÖ üçüncü binyıl sonunda bu ağa iştirakinin her yerde görülen belirtisi, “Batı Anadolu Kırmızı Perdahlı Malları” olarak bilinen çark yapımı çanak çömleğinin ortaya çıkışıdır.38 Bunlar ve diğer kanıtlar, özellikle üretimde binyılın başında başlayan merkezileşmeye doğru bir eğilime işaret etmektedir. Söz konusu eğilim sonraki dönemde sosyal ve siyasi çok yönlülüğü doruk noktasında taşıyacaktır.

  • Şek. 11

    Ortabatı Anadolu’daki Erken, Orta, Orta/Geç ve Geç Tunç Çağı yerleşimlerinin haritası (Christopher Roosevelt ve Central Lydia Archaeological Project izni ile)

  • Şek. 12

    Bakır (alaşımı?) hançer, Eski Balıkhane’deki bir Erken Tuç Çağı pithos gömüsünden (EB 69.3), No. 4 (Vedat Nedim Tör Müzesi'nin izni ile)

  • Şek. 13

    Gümüş koç “pandantif,” Eski Balıkhane’deki bir Erken Tunç Çağı pithos gömüsünden (EB 69.3), No. 1 (Telif hakkı Sart Amerikan Hafriyat Heyeti / Harvard Üniversitesi)

  • Şek. 14

    Altın kulak tıkacı, Nos. 2-3, Eski Balıkhane’deki bir Erken Tunç Çağı pithos gömüsünden (EB 69.3) (Telif hakkı Sart Amerikan Hafriyat Heyeti / Harvard Üniversitesi)

  • Şek. 15

    Kesitli akıtacaklı testi. No. 5, Eski Balıkhane’deki bir Erken Tunç Çağı pithos gömüsünden (EB 69.3) (Vedat Nedim Tör Müzesi'nin izni ile)

  • Şek. 16

    Küçük içki bardağı, No.6, Eski Balıkhane’deki bir Erken Tunç Çağı pithos gömüsünden (EB 69.3) (Vedat Nedim Tör Müzesi'nin izni ile)

  • Şek. 17

    Taş idol, No. 7, Erken Tunç Çağı, Sancaklı Bozköy’den (Vedat Nedim Tör Müzesi'nin izni ile)

  • Şek. 18

    Bakır (alaşım?) keser yada elbaltası, No. 8, Erken Bronz Çağı, Turgutlu (Vedat Nedim Tör Müzesi'nin izni ile)

  • Şek. 19

    Bakır (alaşım?) hançer, No. 9, Erken Bronz Çağı, Turgutlu (Vedat Nedim Tör Müzesi'nin izni ile)

Orta ve Geç Tunç Çağları

“Anadolu Ticaret Ağı”nın Orta Tunç Çağı’nda (OTÇ, yaklaşık MÖ 2000-1600) diğer her yerdeki uzun vadeli sonucu, Kültepe’den, Alişar’dan, Acemhöyük’ten, Karahöyük-Konya’dan ve Beycesultan’dan bilinen şehir devleti sistemlerinin meydana çıkmasıdır. Bunlarda büyük boyutlardaki yerleşimler, saraylar, muazzam tahkimatlar ve uzun mesafeli ticaret ilişkilerinin izleri tipiktir. Giderek gelişen ve son derece merkezî devlet sistemleri kısa süre sonra, bazen Batı Anadolu OTÇ’sine geçiş evresi olarak tanımlanan evre birkaç yüzyılın ardından Ortabatı Anadolu’da da görülür.39 OTÇ’nin ilk kısmı yerel bazda çok iyi anlaşılamamasına rağmen, ikinci kısmına gelindiğinde, yani yaklaşık MÖ 1700’lerde, Gediz nehir vadisi boyunca aşağı şehirlere sahip tahkimatlı büyük kaleler (sitadel) gelişmeye başlar. Bunlar, aynı şekilde belirgin ve kabaca çağdaş Troas örnekleri ile (örneğin Troia VI) aynı çizgidedir. Bu dönemle ilişkilendirilen üretim ve iktidarın merkezileşmesi yerleşim şekillerine yansımıştır; İç Ortabatı Anadolu’nun her tarafına yayılmış yerleşimlerin sayısında genel bir azalma (MÖ üçüncü binyılda 100 yerleşmeden MÖ ikinci binyılda yaklaşık 70 yerleşime), daha yoğun nüfuslu merkezler için eskilerin terki anlamına gelebilir.

Bununla birlikte, MÖ ikinci binyıl içinde yerleşim şekillerindeki değişimi tespit etmek, bu dönem boyunca yerel çanak çömlek geleneklerinin sürekliliği yüzünden karmaşıklaşmaktadır. Öyle ki, yerleşimleri binyıldan daha öteye tarihlemek çoğu zaman imkânsızdır. Sorun, birçok durumda Orta Tunç Çağı’nı Geç Tunç Çağı’ndan (GTÇ, yaklaşık MÖ 1600-1200) sadece yüzey keramiğine dayalı kanıtlarla ayıramıyor oluşumuzdur. MÖ ikinci binyıl süresince yerleşme sayılarındaki genel düşüşe karşın, MÖ üçüncü binyıldaki bölgeler aynı şekilde iskân edilmişlerdir; buralardaki yerleşmelerin seçimi geçen binyılda görülen modeli devam ettirmektedir. Akhisar ve Manisa arasındaki vadiler gibi yerlerde az sayıda yerleşme vardır. Yine de, ileride Demir Çağı başkenti Sardeis’in kurulacağı Gediz nehir vadisinin orta kesiminde, yerleşmelerin çoğaldığına ve yerleşim şekillerinde belirgin bir değişime şahit olunmaktadır.

Burada, Marmara Gölü’nü çevreleyen tepe yamaçları ve kıyılarda (Şek. 20, 21, 22, 23, 24), yaklaşık MÖ 1700’lerde en az dört tahkimatlı hisardan –ikisi büyük ikisi küçük- oluşan bir yerleşim ağı gelişmiştir. Yakın zamanda keşfedilen bu hisarların her biri GTÇ’ye kadar iskân edilmiş ve bundan sonra bir daha yeniden yerleşime tanık olmamıştır (Şek. 25).40 Hepsi de yüzeyde yangın tahribatına dair izler taşır, ama sitadellerin bu tahribattan dolayı mı terk edildiği yoksa yıkımın daha erken bir tarihte mi meydana geldiği tek başına yüzey buluntularından anlaşılamamaktadır. Kızbacı Tepesi ve Gedevre Tepesi olarak adlandırılan iki küçük sitadelin her biri kabaca birer hektarlık bir alanı çevrelemektedir. Diğer ikisi ise Batı Anadolu’da bilinen çağdaş sitadellerin hepsinden daha büyük bir alanı (Asartepe 3,8 ve Kaymakçı 8,6 hektar) kaplamaktadır. Örneğin Gavurtepe, Bademgediği ve Troia sitadelleri çok daha küçüktür, her biri 1 ilâ 2,2 hektarlık bir alana sahiptir. Üstelik, Marmara Gölü’nü çevreleyen bu iki büyük sitadelin yine büyük aşağı şehirleri vardır. Mikrotopografik ve jeofizik araştırmaların gösterdiği üzere, baskın konumu, büyüklüğü ve dâhili gelişmişliği, Kaymakçı’yı bu yerleşim ağının ve muhtemelen bütün bölgenin merkezi yapmaktadır (Şek. 26, 27, 28).

Yerleşimin en yüksek noktasında, yıkıntı hâlindeki iç tahkimat, akropolis benzeri bir platformu çevreleyen konsantrik terasların meydana getirdiği bir merkezî alan ya da iç sitadeli belirlemektedir. Bu iç sitadelin genel düzenlemesi Troia VI-VII sitadeline bazı açılardan benzer, ama Kaymakçı’da iyi tahkimatlı büyük bir alanın sadece bir kısmını meydana getirir. Kaymakçı’nın dış çevre tahkimatları, kabaca ızgara planlı yapıları barındıran geniş güneydoğu kesmindeki alçak teraslar yanında, açık alanlar ve anıtsal yapılarla (en azından bir tanesi tipik megaron planındadır) öne çıkan batı kesimini belirler. Kaymakçı’nın dış tahkimatları içindeki üst yamaçlarda yapı izleri vardır, ama ne amaçla kullanıldıkları belli değildir. Sitadelin dışındaki büyük aşağı yerleşme sit alanının toplam alanına onlarca hektar eklemekte ve büyük bir topluluğa ev sahipliği yapma kapasitesini göstermektedir. Aşağı yerleşme aslen sit alanının en yüksek yerinden başlayan ve sınırı henüz tespit edilemeyen yüzey keramiği ile varlığını belli etmektedir.

Ortabatı Anadolu yerleşmelerinden gelen çanak çömleklerin en yakın benzerleri Batı Anadolu kıyılarında Panaztepe’den Troia’ya kadar, aynı zamanda Kusura, Beycesultan ve Aphrodisias gibi iç kesimdeki merkezlerde görülür (Şek. 2919).41 Orta Anadolu’daki Hitit anayurdu ya da Ege’nin Miken etkisi altındaki bölümü gibi uzak bölgelerle olan ilişkiler ithal çanak çömleklerde, onların yerel taklitlerinde ve belki gömü geleneklerinde karşımıza çıkmaktadır.42 Ortabatı Anadolu’nun daha geniş bir Hitit dünyasının parçası olduğu savı, bölgede kaya anıtlarının keşfedilmesinden beri gündemdedir. Bunlardan biri Akpınar’da Manisa Dağı’nın kuzey bitimindeki bir kaya üzerinde, diğeri ise Kemalpaşa Vadisi’nin güney kenarında, Boz Dağ’daki Karabel Geçidi’nin güneye bakan kayalık yüzündedir (Şek. 11).43 Her iki anıt da Anadolu Hint Avrupa dil ailesinin alt kollarından biri olan Hiyeroglif Luvice (Neşili (Hititçe), Pala vb. dille gibi) yazıtların eşlik ettiği kabartmalara sahiptir. Anıtlar yerel yöneticiler tarafından yaptırılmıştır ve Orta, Güney ve Batı Anadolu’da MÖ onüçüncü yüzyılda yaygın olan Hitit üslubunda44 işlenmiştir. Yakındaki bir kaynak ile ilişkili olan Akpınar’daki kaya anıtı Klasik coğrafyacılar ve modern bilim adamları tarafından oturan Kybele ya da bir başka “ana tanrıça” figürü olarak tanımlanmıştır. Alternatif bir açıklamaya göre sakallı bir dağ tanrısı betimlenmiştir. (Şek.30, 31).45 Karabel kabartması jeopolitik niteliklidir ve Klasik Dönem öncesi Lidya’da hüküm süren Geç Tunç Çağı krallıklarının kimlikleri konusunda kanıt sağlar (Şek. 32).

Karabel kaya kabarmasının hiyeroglif Luvice yazıtı, anıtın Hitit başkenti Hattuşa (bugünkü Boğazköy) arşivlerinden bilinen Mira Krallığı’nın MÖ onüçüncü yüzyıl sonundaki kralı Tarkasnava tarafından dikildiğini aktarır.46 MÖ ikinci binyılın başlarında Mira ve komşuları, Hititlerin Arzava Ülkeleri olarak adlandırdığı bir bölgesel birliğin üyesiydi. Batı Anadolu’nun tamamını ve muhtemelen çevresindeki daha geniş toprakları kapsayan Arzava, GTÇ’de önemli bir güçtü; kralları Hattuşa ve Mısır ile diplomatik ilişkiler içindeydi.47 Hititlerin rakibi Ahhiyava (olasılıkla Homeros’un Akha’larına karşılık gelen bir Doğu Ege Miken devleti ya da devletler topluluğu) ile yakınlığı ve Ahhiyava’nın MÖ ondördüncü yüzyılın ortası ve sonundaki fetihleri II. Murşuli’nin Arzava’yı işgaline, ardından vasal krallıklara bölmesine yol açmıştır.48 Başkenti Apasa (antik Ephesos) olan ve en azından Büyük Menderes (antik Meandros) ve Küçük Menderes vadilerini içine alan bölgelerde hüküm süren Mira Klasik Dönem Lidya’sının güneyi ile örtüşmekteydi.49 II. Murişili’nin vasal krallık statüsüne indirgediği Arzava birliğinin bir başka üyesi olan Seha Nehri Ülkesi, Mira ile sınır komşusuydu. Burası şimdi Gediz nehir vadisine ve daha kuzeydeki bölgelere yerleştirilmekte, böylece antik Lidya’nın anayurdu ile kesişmektedir.50 Dolayısıyla, Marmara Gölü civarındaki sitadellerin en büyüğü olan Kaymakçı, Seha Nehir Ülkesi’nin bölge merkezi olarak kabul edilebilir. Hattuşa arşivlerindeki sınırlı sayıda ifadelerinden, vasal Seha Nehri Ülkesi’nin en azından MÖ onüçüncü yüzyıl sonlarına kadar Hitit ve Ahhiyava toprakları ile çıkarları arasında stratejik bir arabulucu olduğunu anlıyoruz. Bu tarihten sonra, bütün Doğu Akdeniz’de Geç Tunç Çağı’nın sonuna atfedilen yıkım ve göçlerle dolu onyıllar içinde, Seha Nehir Ülkesi’ne dair bütün tarihî izler kaybolmuştur.

  • Şek. 20

    Orta Lidya’daki Marmara Gölü’den (antik Gyges Gölü) bir görünüm (Christopher Roosevelt ve Central Lydia Archaeological Project izni ile)

  • Şek. 21

    Orta Lidya’daki Marmara Gölü’den (antik Gyges Gölü) bir görünüm (Christopher Roosevelt ve Central Lydia Archaeological Project izni ile)

  • Şek. 22

    Orta Lidya’daki Marmara Gölü’den (antik Gyges Gölü) bir görünüm (Christopher Roosevelt ve Central Lydia Archaeological Project izni ile)

  • Şek. 23

    Orta Lidya’daki Marmara Gölü’den (antik Gyges Gölü) bir görünüm (Christopher Roosevelt ve Central Lydia Archaeological Project izni ile)

  • Şek. 24

    Orta Lidya’daki Marmara Gölü’den (antik Gyges Gölü) bir görünüm (Christopher Roosevelt ve Central Lydia Archaeological Project izni ile)

  • Şek. 25

    Marmara Gölü etrafındaki Kalkolitik ve Tunç Çağı yerleşmelerini gösterir harita (Christopher Roosevelt ve Central Lydia Archaeological Project izni ile)

  • Şek. 26

    Kaymakçı’daki alçak güneydoğu terası üzerinde otlanan koyunlar (Christopher Roosevelt ve Central Lydia Archaeological Project izni ile)

  • Şek. 27

    Kaymakçı’daki alçak güneydoğu terası üzerinde otlanan koyunlar (Christopher Roosevelt ve Central Lydia Archaeological Project izni ile)

  • Şek. 28

    Kaymakçı hisarının Quickbird uydu görüntüsünden elde edilmiş üç boyutlu görüntüsü (batı-güneybatıya (Christopher Roosevelt ve Central Lydia Archaeological Project izni ile)

  • Şek. 29

    Marmara Gölü etrafındaki yerleşmelerinden Orta ve Geç Tunç Çağı seramikleri (Christopher Roosevelt ve Central Lydia Archaeological Project izni ile)

  • Şek. 11

    Ortabatı Anadolu’daki Erken, Orta, Orta/Geç ve Geç Tunç Çağı yerleşimlerinin haritası (Christopher Roosevelt ve Central Lydia Archaeological Project izni ile)

  • Şek. 30

    Manisa’nın hemen doğusundaki Akpınar Anıtı’nın görünümü. Muhtemelen sakallı bir dağ tanrısı tasvir edilmiştir. (Crawford H. Greenewalt, jr. şahsi fotoğrafı)

  • Şek. 31

    Manisa’nın hemen doğusundaki Akpınar Anıtı’nın görünümü. Muhtemelen sakallı bir dağ tanrısı tasvir edilmiştir (Crawford H. Greenewalt, jr. şahsi fotoğrafı)

  • Şek. 32

    Kemalpaşa’nın hemen güneydoğusundaki Karabel Anıtı. Mira Kralı Tarkasnava’nın adı kabartmaya eşlik eden yazıtta belirtilmektedir (Telif hakkı Sart Amerikan Hafriyat Heyeti / Harvard Üniversitesi)

Demir Çağı’na Geçiş ve Lidyalıların Gelişi

Geç Tunç Çağı krallıkları Mira ve Seha Nehir Ülkesi’nin yıkılışı ile Sardeis’te Lidya Krallığı’nın yükselişi arasındaki dönem ile ilgili tarihî kanıtlardan tam anlamıyla yoksun olsak bile daha sonraları Klasik yazarlar, MÖ yedinci yüzyılın başlarından ortalarına kadar ki Yeni Asur belgelerinde tarihî varlığı kanıtlanan Gyges’in kurduğu Mermnad sülalesinden önce iki kral sülalesinden bahsederler. Herodotos’taki erken Lidya sülalelerine dair gerçeklerle bağdaşmayan göndermeler arasında belki en basit olanları, ilk Lidya sülalesinin Atys oğlu Lydos tarafında kurulması ve ardından gelen 22 nesillik Heraklid’ler sülalesinin, Gyges’in son Heraklid kralı Kandaules’i tahtından indirmesine kadar 505 yıl hüküm sürmeleridir.51 MÖ onikinci yüzyıl başlarında Sardeis’in Heraklid’ler tarafından ele geçirilişi, kabaca bu döneme denk gelen bir tahribat tabakası ve ithal Miken çanak çömleğiyle görünürde emin bir şekilde ilişkilendirilmektedir.52 Ne var ki, Sardeis’te bu tabakaların sınırlı görülmesi, yerleşimin tümüne yayılmış olaylardan söz etmeyi imkânsız kılmaktadır ve Sardeis, Ortabatı Anadolu’da MÖ ondördüncü yüzyıldan on ikinci yüzyıla kadar Miken çanak çömleği veren yerleşmelerden sadece biridir. Bu efsanevi erken sülaleler meselesi, MÖ sekizinci yüzyılın sonunda-yedinci yüzyılın başında Homeros’un Maionia’lılar olarak adlandırdığı Orta Gediz Vadisi sakinlerinin varlığı ile daha da karmaşıklaşmaktadır.53 Maionialıların erken Lidyalılara, Maionia’nın da erken Lidya’ya karşılık geldiği geleneksel olarak kabul edilmiştir. Bu görüş büyük oranda inandırıcı olmakla birlikte, gerçek olaylara çok az dayanır ve bizi Lidya dili konuşan halkların bölgeye gelişine dair ne gibi kanıtların bulunduğu sorusuna yöneltir. Maionia’lılar Lidya dili mi konuşuyorlardı yoksa Lidya dili konuşan halklar Gyges ve Mermnad sülalesi ile birlikte mi gelmişlerdi? Lidyalılar OTÇ ve GTÇ’de var mıydı yoksa GTÇ’deki yıkımların ardından mı ortaya çıkmışlardı?

Sardeis’teki kazılar bu soruların cevaplama konusunda sadece kısıtlı katkı sağlamıştır. Bununla beraber, daha erken değilse bile GTÇ’de yerleşimin bulunduğunu; Erken Demir Çağı’na kadar belli derecede varlığını koruyan, Erken Demir Çağı ile Lidya dili konuşulduğunu bildiğimiz MÖ yedinci ve altıncı yüzyıldaki Mermnad dönemi arasında da büyük oranda devam eden bir kültürel sürekliliğin varlığını kanıtlamıştır.54 O hâlde, Sardeis’teki erken tabakalarda görülen süreklilik Lidya dili konuşanların Mermand’lardan çok daha önce geldiklerini desteklemektedir.

Bununla birlikte, Orta Lidya’da Marmara Gölü civarından gelen arkeolojik kanıtlar GTÇ’yi takip eden geçiş evresinde yerel geleneklerde önemli kesilmelerin olduğuna işaret etmektedir. Önceki hâkim güçlerle ilişkili sitadeller terk edilmiştir, ama eldeki verilerle daha geniş çaplı bir bölgesel terkten söz edilememektedir. MÖ birinci binyılın başında Erken Demir Çağı yerleşimleri ortaya çıktığı zaman, bunlar her nasılsa önceki höyük ve sitadellerden farklı modeller sergiler. Aynı şekilde, en iyi Sardeis’te izlenen daha geç “Lidya” keramik gelenekleriyle uyumlu yeni keramik tipleri ve kil formülleri yanında, farklı kerpiç yapım teknikleri, değişik yapım gelenekleri ile ilişkilendirilmektedir. Bu değişimler yerel GTÇ krallığının çöküşünden sonra meydana gelen dâhili gelişmeler ile açıklanabilir. Bunun alternatifi, birçok tarihî dilbilimcinin hemfikir olduğu bir görüş, yani en geç MÖ ikinci binyılın başlarında Anadolu’ya girmiş (Hint-Avrupa dil ailesinin diğer Anadolu alt kollarını konuşan halklarla birlikte) Lidya dilini konuşan toplulukların Erken Demir Çağı’nda belki de Kuzeybatı Anadolu’dan Klasik Lidya’ya göç ettikleri savıdır.55 Buna göre Lidya dilini konuşanlar, Akpınar ve Karabel anıtları ile ilişkilendirilen Luvice konuşan halklara ilaveten muhtemelen Seha Nehir Ülkesi’nin yerine geçmişlerdir.

Öte yandan, diğer dilbilimsel kanıtlar Seha Nehir Ülkesi ile Lidya’daki yer isimlerinin benzerliğine dikkat çekmektedir56 ve Lidya dili konuşanların MÖ ikinci binyılda zaten Ortabatı Anadolu’da bulundukları ihtimali mevcuttur. Bu senaryoda, Akpınar ve Karabel anıtlarında hiyeroglifik formda görülen Luvice, diplomatik yazışmalar ve en azından kısmen iki dilli bir Luvi ve Lidya ortamındaki kamusal anıtlarda kullanılmış olabilir. Seha Nehir Ülkesi ve Lidya Krallığı’nın bölgesel benzerlikleri, Tunç ve Demir çağları boyunca siyasi olmasa da kültürel devamlılığın desteğiyle aranabilir.57

Sonuçta, elideki kanıtların farklı şekillerde yorumlanabileceği talihsiz fakat yaygın bir durumla baş başayız. Geç Tunç’tan Erken Demir Çağı’na geçişte Orta Lidya’nın arkeolojik verilerinde görülen belirgin değişimler, Batı Anadolu’nun herhangi bir yerinden gelen Lidyalılar kadar, GTÇ sonundaki çöküşten kaynaklanan yerel sosyal, ekonomik, siyasi gelişmeler ile akabinde kompleks bir toplumun yeniden inkişafı sayesinde de açıklanabilir. Lidya dili konuşan halkların Lidya’ya tam olarak ne zaman geldikleri konusu, Lidya arkeolojisinin ya da en azından Lidya’ya ait bugünkü arkeolojik verilerin cevaplayamadığı bir gizemdir. Lidya prehistoryasının zenginliğini aydınlatan yüzey araştırmalarının başarsına karşın, prehistorik evre ve dönemlerin hem kendi içlerinde hem de aralarındaki –özellikle GTÇ’den Erken Demir Çağına geçişteki- kültürel gelişmeleri daha iyi açıklamak için yine stratigrafik kazılara ihtiyaç duyulmaktadır. Orta Lidya’da GTÇ sitadellerinin terk edilişi ile Demir Çağı yerleşimlerinin ortaya çıkışı arasında her ne olmuşsa ve Lidya dili konuşan halkların her ne zaman gelmişse bir şey kesindir: Devlet düzeyindeki toplumlar yeniden kendilerini gösterdiklerinde iktidarın merkezî ağı, Seha Nehir Ülkesi’nin muhtemel çekirdeği olan Marmara Gölü civarından güneye, Gediz nehri vadisine ve MÖ birinci binyılın ortalarında serpilen tarihî Mermnad sülalesi hâkimiyetindeki kültürel ve dilbilimsel açıdan farklı Lidya halklarına geçmiştir.

Dipnotlar