Preliminary Reports from Kazı Sonuçları Toplantısı (Annual Symposium on the Results of Excavations) (1999-2018)
by Nicholas Cahill
Sardeis 2012
Giriş
Sardeis Araştırma Ekibi 2012 yazında Sardeis'te 10 haftalık kazı, eser ve örenyeri konservasyonu ile araştırma ve yayın çalışmalarını yürütmüştür. Bu çalışmaların bitmesinden sonra Bin Tepe’de 15 haftalık ek kazı çalışmaları sürdürülmüştür. Arkeolojik araştırmalara devam etmemize izin verdiği için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, özellikle Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Abdullah Kocapınar’a, Eski Genel Müdürü Murat Süslü’ye, Kazılar Dairesi Başkanı Melik Ayaz’a ve Manisa Müzesi Müdürü Sevgi Soyaker’e teşekkürlerimizi sunarız. Mesleki bilgisi, arkeolojiye ve korumaya olan bağlılığı olduğu kadar espri anlayışı ve iyi niyetini minnetle andığımız Ankara Müzesi’nden bakanlık temsilcimiz Melek Yıldızturan’a özellikle teşekkür etmek istiyoruz.
Alan 49
Sardeis’te kazılar antik kent merkezinin yakınında, Alan 49 olarak bilinen tepeye ve Artemis Tapınağı’na odaklanmıştır (Şek. 1, 2). Alan 49’da daha önceki yıllarda gerçekleştirilen kazılar, alanın Lidya Dönemi’nden Geç Roma Dönemi’ne kadar iskan gördüğünü ve sonrasında mezarlık alanı olarak kullanıldığını göstermiştir. Lidya Dönemi’nde bu tepe, muhtemelen komşu teras ByzFort ile birleştirilerek, aşağı şehre yukarıdan bakan yüksek bir platform oluşturmak üzere anıtsal teras duvarları ile çevrilmiştir. Bu platformun Lidya Dönemi’nde Sardeis’te saray bölgesi olabileceğini daha önce önermiştik.
Bu Lidya teras duvarının iki evresi vardır: Kabaca şekillendirilmiş çok köşeli kayalardan oluşan erken dönem duvarı ile kesme kireçtaşından oluşan sonraki duvar (Şek. 3, 4, 5). Bu alanda kazı yaparken gerçekleştirmek istediğimiz amaçlarımızdan bir tanesi, Sardeis’te en erken anıtsal inşanın bir örneği olan kaya teras duvarını anlamaya çalışmaktır. Kuzey yamaçta bu duvar 3 metre kalınlığındadır ve duvarın 26 metresi açığa çıkarılmıştır (Şek. 3). Batı yamaçta ise duvarın 11 metresinin üzeri açılmıştır ancak tamamı açığa çıkarılmamıştır (Şek. 4, 5).
Buradaki kazıların bir amacı erken teras duvarının inşası ve kullanışı ile ilişkili dolguları araştırmaktı. Kuzey ve batı açmalarındaki seramik buluntular oldukça kısıtlıydı ve sadece yerel çanak çömlekten oluşmaktaydı. Ancak bunlar MÖ 7. yüzyılın ikinci yarısına ait bir tarih göstermektedir. Bu dönem, Lidyalıların hakimiyetini batı ve kuzeybatı Anadolu’ya genişlettiği, Asur ve Mısırlılarla antlaşmalar imzaladığı bir dönemdir. Sardeis tarihinin kilit noktalarından birisi olan bu dönemde Paktolos deresi ve civardaki diğer altın kaynakları Lidyalıları bölgenin en zengin insanları haline getirmiş, paranın icadına öncülük etmiştir. Teras duvarı yaklaşık olarak Lidya surlarının ilk evresi ile çağdaş olup, henüz zengin hale gelen başkenti anıtsallaştırma çabasının bir parçası olabilir.
Erken teras duvarı MÖ 6. yüzyılın ilk yarısında kesme kireçtaşı duvar ile değiştirilmiştir (Şek. 4, 5). Duvar başlangıçta gevşek bir biçimde örülmüş bir dizi taşı destekler gözükmektedir. Bu taş dizisi teras duvarının korunmuş yüksekliğinden birkaç metre daha yükseklikte açığa çıkarılmıştır ve büyük bir ihtimalle özgün halinde de zaten duvardan yüksektir.
Bu sezonun başka bir amacı ise terasın üst kısmındaki Lidya yapılarını açığa çıkarmak ve Arkaik Dönem’de alanın işlevi hakkında daha çok bilgi edinmekti. Tepenin kuzeyi, merkezi ve güneyi olmak üzere üç alanda çalışılmıştır ve bu alanlarda daha sonraki dönemlere ait önemli kalıntılar bulunmuştur. Tepe boyunca Hellenistik kalıntılar bulunmaktadır. Güney açmada bulunan bir dizi geniş temeller, sağlam yapıları desteklemiş olabilirler. Ancak bu binaların üstyapıları tamamen yok olmuştur (Şek. 6). Sadece bir duvarın temelleri, terasın Hellenistik Dönem’de kısmen çöktüğü ve erozyona uğradığına işaret eder şekilde, tepenin kenarında aşağı doğru eğimlenmektedir. Teras Hellenistik Dönem’de onarım görmüş olmalıdır, ancak terasın bu evresi buradaki tüm Hellenistik binaların üstyapıları gibi bugün tamamen yok olmuştur. Büyük bir ihtimalle Sardeis’i yerle bir eden MS 17 depreminde yıkılmışlardır.
Bu Hellenistik veya erken Roma (MS 17’den önce) temellerin içerisine girerek inşa edilmiş devşirme malzemenin arasında en azından bir tane pişmiş tuğla bulunmaktadır. Söz konusu tuğla Küçük Asya’daki bu tür teknolojinin erken örneklerindendir. Başka pişmiş tuğla örnekler bundan biraz daha geç MS 1. yüzyıla tarihlenen Roma duvarlarında bulunmaktadır.
Depremden sonra kentin yeniden yapılandırılması fazla zaman almamıştır fakat karmaşık bir dizi Erken Roma evresini içermektedir. Bu dönemde teras duvarı aynı kireçtaşı bloklar kullanılarak bunların harçlı molozla örülmesiyle yeniden inşa edilmiştir (Şek. 5). Tepede en iyi anlaşılan evre, bir tanesi iyi korunmuş fırını içeren iki odadan oluşmaktadır (Şek. 7, 8). Fırın kubbeli bir kısım ve kille sıvanmış iki kanallı bir sekiden oluşmaktadır. Tepede çok sayıda tamamlanmamış ve çoğu erken Roma dönemi kontekstlerinden çıkan cam oyma (intaglio) örneği bulunduğundan, ilk keşfedildiğinde fırının bu objelerin üretimi için kullanılmış olabileceği düşünülmüştür. Ancak, kazısı esnasında bu odada hiç intaglio örneği bulunmadığından, fırının başka bir işlevle belki de pişirme amaçlı kullanılmış olması gerektiğine karar verilmiştir.
Bu odanın ve komşusunun duvarları neredeyse tamamen yerinden sökülmüştür, fakat görünüşe göre sıvalı ve boyalı kerpiç ve taşdan yapılmış olmalıdır. Odanın dolgusu içinde binlerce boyalı duvar sıvası parçası bulunmuştur (Şek. 9). Bezemeler breşli mermer, çiçek desenli bantlar, asma filizi ve sarmal örgülü kırmızı panolar ve diğer desenleri içermektedir (Şek. 10). Çökmüş beyaz tavan sıvasına ait büyük parçalar da özgün yerlerinde bulunmuştur. Arka yüzlerindeki kamış izlerini halen koruyan bu parçalarla birlikte, incelikle biçimlendirilmiş bir korniş de ele geçmiştir (Şek. 11).
Erken Roma tabakasından diğer buluntular arasında tepedeki tüm açmalardan gelen 16 adet yarı işlenmiş cam intaglio örneği bulunmaktadır, ve burada son dört senede bulunanlarla birlikte toplam sayı 41’i bulmuştur (Şek. 12). Resmedilen figürler arasında Jüpiter, Ares, Hermes, Demeter, Athena, Herkül?, çift figürler, Oğlak takımyıldızı ve bir erkek başı yer almaktadır.
Sikke ve seramikler tepenin 2., 3. ve 4. yüzyıllarda iskân edildiğini belgelemektedir, fakat mimari kanıtlar azdır. Geç Roma Dönemi’nde geniş çaplı bir yapılaşma evresi tepenin bütün kesimlerinde gözlenmektedir. Kuzeyde bulunan bir yapıda devşirme malzeme kullanılmıştır; muhtemelen bunlar daha erken bir Roma döneminde mabet olduğu düşünülen küçük bir yapıya aittir. Bu bloklar iki ya da daha fazla korniş bloğu—ki bunlardan bir tanesi alınlığın köşesini ve akroterin oturduğu yuvayı içeren köşe bloğudur, bir diğeri ise aslan başlı bir çörteni içermektedir—ve aynı alanda 1982’de bulunan blokla eşleşen boğa başı ile askı çelenk bezemeli friz bloğundan oluşmaktadır. Büyük bir akaç bu Geç Roma yapısından yamacın kuzeydoğusuna doğru aşağı inmektedir.
Tepenin merkezine doğru, bugün bir kısmı erozyona uğramış, tuğla ve opus sectile tabanlara ve su sistemi ile ilişkili bir dizi künk ve akaca sahip, villa olduğu tahmin edilen bir yapı bulunmaktadır (Şek. 13). Tepenin güney kısmının üstündeki Geç Roma kalıntıları tamamen erozyona uğramış, geriye sadece MS geç 4. veya erken 5. yüzyıla tarihlenen seramiklerle dolu bir tekne kalmıştır. Tepenin batı yamacında, büyük bir ihtimalle taşınabilir bir merdiven veya ahşap basamaklar ile ulaşılan bodrum daha erken seviyeleri tahrip ederek açılmıştır. 2011’de bu kilerin doğu kenarında zayıfça inşa edilmiş “oturak”ın altında bulunan ve 123 küçük tunç sikkeden oluşan bir gömü bu sene temizlenmiş ve etüt edilmiştir. Sikkelerin en geçi MS 5. yüzyıl sonlarına (Zeno, 474-491) tarihlenmektedir. Gömünün önemli miktarda 4. ve daha erken 5. yüzyıl sikkeleri içermesi, bu dönemde hala kullanımda olan sikkelerin çeşitliliği hakkında bir çerçeve çizmektedir.
Tepe bir süre sonra terk edilmiştir. Tepede bulunan sikkelerin en geçi bir Maurice pentanumiumudur ve MS 582-602 yılları arasına tarihlenmektedir. Yapılar çöktükten ve yer altında kaldıktan sonra, tepe mezarlık alanı olarak kullanılmıştır. 2012’de dokuz adet daha mezar kazılmıştır, ancak önceki yıllarda olduğu gibi bunlarla ilişkili bilgi verecek buluntu olmadığından mezarlığın tarihi hala belirsizdir (Şek. 14).
Bu geç yapılar ve tabakalar tepenin üzerinde bozulmamış tabakalara erişilmesini engellemiştir. Bu tabakalara sadece tepenin kenarındaki erozyonun tüm teras dolgusunu Lidya tabakasına kadar aşındırdığı yerde erişilebilmiştir. Burada yanık toprak dolgu, kerpiç ve cüruflaşmış çamur sıvadan oluşan yanık çöküntü bulunmuştur. Bu tabaka Sardeis’te kentin MÖ 6. yüzyıldaki yıkımı ile ilişkili yanmış tabakalar ile benzerlik göstermektedir. Alandan elde edilen seramik alışılagelmişin çok ötesinde bir miktarda MÖ 7. ve erken 6. yüzyıla ait kaliteli Lidya seramiği içermektedir. 2011’de bu tabakadan tunç yuvası içinde duran yeşim bir mühür taşı elde edilmiştir. Bu sene aynı tabakadan fildişinden yapılmış ve yanmış bir mobilya kakmasının parçası bulunmuştur. Eserin arka yüzü yapışmasına izin verecek şekilde yivlidir, ön yüzünde ise etek giymiş bir figürün ayağı ve bacağı ile bir aslanın yelesi resmedilmiştir. Figür, aslanları kuyruklarından tutan bir “Potnia Theron” olabilir (Şek. 15, 16, 17).
Bu ve önceki yıllardaki kazılarda önem taşıyan bir durum Akhamenid Dönemden hiçbir mimari eserin bulunmayışıdır. Çoğunlukla, Hellenistik yapılar 300-400 yıl öncesine ait aşınmış Lidya yapılarının doğrudan üzerlerine inşa edilmiştir. Tepenin kuzey ucunda MÖ 6. ya da 5. yüzyıla tarihlenen seramik içeren geniş bir çukur bulunmuştur. Pers Dönemi seramiğinin neredeyse hiç bulunamaması daha önce önerildiği gibi Sardeis’in Akhamenid yönetim altında terke zorlanarak, kentin alışılagelmiş bir kent olmaktan çok idari ve askeri bir üs haline getirildiği görüşünü desteklemektedir.
-
Şek. 1
-
Şek. 2
-
Şek. 3
-
Şek. 4
-
Şek. 5
-
Şek. 6
-
Şek. 7
-
Şek. 8
-
Şek. 9
-
Şek. 10
-
Şek. 11
-
Şek. 12
-
Şek. 13
-
Şek. 14
-
Şek. 15
-
Şek. 16
-
Şek. 17
Artemis Kutsal Alanı
Artemis Tapınağı’ndaki araştırmalar doğu portikosunun ve peristilinin kronolojisini ve evrelerini daha iyi anlamak için yapılmıştır. Bu çalışmalar kapsamında doğu pteromada küçük bir sondaj yapılmıştır. Tapınağın cellası Hellenistik Dönem’de, portiko ve peristil sütunları ise ancak Roma Dönemi’nde inşa edilmiştir. Dahası peristilin inşası tapınağın özgün arka tarafı olan doğu tarafında başlamıştır ve doğu cepheden çok daha fazla uzamamıştır. Bu durumu tapınağın biri batı, diğeri doğuya bakan iki mekana ayrılmasına ve özgün arka duvarın bir kısmınının açılarak yeni kapı yerleştirilmesine bağlayabiliriz. Doğuya bakan yeni bölme muhtemelen imparatorluk kültüne aitti ve tapınak ve civarında yarım düzineye yakın bulunan Antonine imparator ailesine ait abidevi heykellere muhtemelen ev sahipliği yapmaktaydı. Sütunlar bu girişi anıtsallaştırmıştır. Bu dönüşüm genelde MS 2. yüzyıla tarihlenmektedir.
Pteromada yaptığımız sondajda sütun temellerin harçlı moloz dolgusunun 0,7 metreden daha kalın olduğu görülmüştür; bu muhtemelen sadece bir zemin-altı dolgusu olmaktan ziyade sütunlara yapısal destek sağlamaktaydı (Şek. 18). Bu dolgu portikodan peristil sütunlara kadar aralıksız uzanmaktadır ve peristil ile portikonun ayrı zamanlarda yapıldığını düşünmeye gerek yoktur.
2011’deki kazılar portiko sütunlarından bir tanesinin temel çukurunda, kimisi sütunun temel dolgusu olan harçlı moloza yapışık olarak bulunmuş zengin bir seramik grubu ile tuğla, çatı kiremidi ve diğer döküntüler açığa çıkmıştır. 2012’de bu seramik grubun konservasyonu ve etüdü yapılmıştır. Bu seramik grubu tüme yakın 5 adet eserden oluşmaktadır: Broneer 21 tipi geniş bir kandil, yerel yapım krater, yerel yapım bir testi, pseudo-Kos amforası ve bir pişirme kabı. Ayrıca seramik grubu içinde baskılı ESB, ince duvarlı seramikler ve diğer diagnostik formların bulunduğu 13 kg seramik parçası bulunmuştur (Şek. 19). Bu grup MS 1. yüzyılın ortalarına tarihlendirilmiştir. Ayakta duran mimarisinin çoğu tahminen bir yüzyıl sonraya tarihlenmektedir. Belki peristil temelleri üzerindeki inşaat MS 17 depreminden yaklaşık bir nesil sonra başlatılmıştır. Daha sonra bir nedenden ötürü yarım kalarak MS 2. yüzyılda tekrar başlatılmıştır. Ancak yine sadece tapınağın birkaç tane sütunu dikilebilmiştir. Bu araştırmalar Artemis Tapınağı’nın yapılış evrelerine yeni ve beklenmedik bir evre eklemiştir. Cellanın ikiye bölünmesi ile ilgili buna benzer bir örnek olarak, Korint’teki Apollon Tapınağı’nın MS 1. yüzyıl ortalarında yeniden modellendirilmesi ile ilişkili olabilecek iç bölme duvarı verilebilir.1
-
Şek. 18
-
Şek. 19
Örenyeri Konservasyonu ve Lidya Sunağı
Üç senelik Lidya Sunağı konservasyon projesi bu sene tamamlanmıştır (Şek. 20, 21). Sunağın ön tarafındaki merdivenin kumtaşı temellerinin konservasyonu yapılmış, temeller sağlamlaştırılmış ve antik çağda yerinden sökülen özgün mermer blokların yerine, yeni traverten bloklar kullanılıp temellerin üzeri örtülerek koruma altına alınmıştır. Özgün dokusunun korunmasına ek olarak bu rekonstrüksiyon yapının ziyaretçiler tarafından daha net anlaşılmasını sağlamıştır ve nispeten kolayca geri alınabilir niteliktedir. Sunağın duvarları 1910’da ilk kazıldığı zaman kayrak taşı ile örüldüğü haline uygun olarak restore edilmiştir. Sunağın içi jeotekstil ve çakıl ile örtülmüş ve yapı yeni bir bilgilendirme tabelası ile açıklanmıştır.
Tapınağın iki sütunu antik dönemden bu yana özgün yüksekliğinde ayakta dursa da sütun başlıkları mermerin kendisinden kaynaklanan hatalar nedeniyle sütunlardan ayrılmıştır. Sütunlar temizlenerek ileriki bozulmalardan korunur hale getirilmiştir (Şek. 22, 23).
Tapınağın kazıldığı zamandan bu yana geçen yüz yılda, duvarları, taşları aşındırarak zarar veren siyah siyanobakteri ve gri-yeşil likenlerle kaplanmıştır. Konservatörler sert kimyasallar ve tazyikli su kullanmadan bu mikroorganizmaları öldürmek için yeni bir protokol hazırlamıştır. Buna gelecek yıllarda devam edilecektir.
Sinagog’un mozaiklerinin üç senelik konsolidasyon ve stabilizasyon projesi de 2012’de tamamlanmıştır. Konservatörler Ön Avlu’nun mozaiklerini ele almış, mozaik panellerin çevresindeki alanların stabilizasyonunu yapmış, mozaiklerin altındaki boşlukları doldurmuş, iç dolguları yenilemiş, çatlakları ve eksik yerleri onarmış ve biyolojik büyümeyi temizlemiştir. Önceki yıllarda üzerinde yazıt bulunan özgün mozaikler Manisa Müzesi’ne taşınmış ve yerlerine boyalı replikaları yerleştirilmiştir. Aradan geçen zaman içerisinde solan bu boyalar bu sene Silin boyası ile yeniden boyanmıştır.
“Turistik Geliştirme Projesi”ne, Sinagog ve Lidya savunma duvarının koruyucu çatılarla korunması ve bu alanların arasındaki Roma mermer yolu, Lidya Kapısı, geç Roma evleri ve başka kalıntıları ziyaretçiler için geliştirme çalışmalarıyla devam edilmiştir.
2011 kışındaki yoğun yağışlar Sardeis’in merkezine yakın henüz kazılmamış bir Geç Roma yapısı olan A Binası’nın bir kısımının çökmesine neden olmuştur. Binanın kuzey yüzünün ayakta kalan kısımları antik çağlardan bu yana oyularak parçalanmış, üst tarafları askıda kalmış ve yıkım tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu nedenle duvarın çöküşünü engellemek için geriye kalan kısımlarının stabilizasyonunu gerçekleştirdik, önümüzdeki yıllarda bunları tamamlayacağız.
Araştırma ve yayın çalışmaları 1971’den bu yana bulunan tüm sikkelerin kataloğunun tamamlanması ve yayına hazır hale getirilmesinden ve XRF analizleri ve kil figürinlerin, arkeosismoloji ve lahitlerin etüdünden oluşmaktadır. HoB ve PC Sektörlerin yayını ise Lidya seramikleri ve stratigrafisinin detaylı etüdü ile aşama kaydetmiştir. Diğer devam eden yayın çalışmaları arasında da kiliseler, Sinagog, ve Artemis Tapınağı yer almaktadır.
-
Şek. 20
-
Şek. 21
-
Şek. 22
-
Şek. 23
Karnıyarık Tepe
Son 50 yılda Sardeis’teki kazı ve araştırma çalışmalarının önemli bir odağı Sardeis’in nekropolü olan Bin Tepe’de Karnıyarık Tepe olarak bilinen büyük tümülüstür (Şek. 24, 25). 230 m çapında - en az Mısır’daki Büyük Piramit kadar geniş - ve 53 m yüksekliğinde olan bu tümülüs, 1963-1966 yılları arasında Crawford H. Greenewalt, jr. tarafından kazılmıştır (Şek. 26, 27). İlk kazılarda tümülüsün daha erken bir evresine ait yaklaşık 90 m çapındaki krepis duvarı açığa çıkarılmıştır. Tümülüs bugünkü çapına genişletildiğinde, bu duvar tamamlanmamış şekilde toprak altında kalmıştır. Proje durdurulmadan önce tepenin merkezine doğru tüneller açılmış ve 300 metreden fazla kazılmıştır. Sardeis Araştırma Ekibi olarak yıllar boyu hem jeofizik araştırma, karot alma, taş işçiliğini ve bu önemli yapının başka yönlerini çalışmak, hem de eski kazı evlerinin bakımını yapmak üzere tümülüse geri döndük. Christopher Ratté, Prof. Hanfmann’ın inandığının aksine, tümülüsün Gyges’e ait olmadığını, ancak MÖ 6. yüzyıla tarihlenmesi gerektiğini göstermiştir.2
2011’de tümülüste üçüncü jeofizik araştırma tamamlanmıştır. Tümülüsün büyüklüğü sebebiyle yüzeyden yapılan ERT ve manyetik tarama orada olduğunu bildiğimiz tünellerin yerini gösterememiştir. Lakin tünellerin içinde gerçekleştirilen tarama, tepenin merkezine yakın güçlü bir anomaliyi ortaya çıkarmıştır. Bu anomali ERT, manyetometre ve GPR taramalarından oluşan üç değişik teknikte de gözlenmiştir. ERT taraması tümülüs dolgusu içinde bir boşluğun varlığına işaret edecek yüksek elektrik direnci belirten bir alanda 4x6 m ölçülerinde bir anomali ölçüsü göstermiştir. Manyetik tarama aynı noktada güçlü bir dipol göstermiştir ki bu da demirden geniş bir objenin varlığına işaret etmektedir. Son olarak GPR yine aynı yerde yansımalı bir anomali göstermiştir. Bu nedenle 2012’de Manisa Müzesi ile ortaklaşa gerçekleşen kazılara, olağan Sardeis kazı sezonu tamamlandıktan sonra başlanmıştır. Kazı çalışmalarının başlamasından önce, tünel tabanındaki tonlarca dökülmüş toprağın dışarı çıkarılması için, yeni bir raylı sistem, elektrik ile havalandırma sistemleri, ve çelik destekler kurulmuştur (Şek. 28).
İki tünel bu anomalilerin olduğu yerden geçerek anakaya seviyesine kadar kazılmış, ancak ne mezar odasına ne de herhangi bir ögeye rastlanmıştır. Anomalilerin sebebini anlamak zordur, ama belli ki bu alanda herhangi bir mezar odası bulunmamaktadır.
Her halükarda kazılara yaklaşık dört ay devam edilmiştir. Krepis duvarı içerisindeki alanın yaklaşık yarısını kaplayan ve içinde mezar odası bulunmadığı anlaşılan yaklaşık 220 metre tünel kazılmıştır. Nur Soyer’e, Nilüfer Parlıtı’ya, 20 kişilik çalışkan ekibimize ve özellikle Teoman Yalçınkaya’ya, her koşulda neşelerini korudukları ve en zor ve sıkıntılı koşullar altında neredeyse insanüstü bir çaba gösterdikleri için teşekkürlerimi sunuyorum. Beklemediğimiz ve açıklayamadığımız keşifler arasında dolgunun içine dikine yerleştirilmiş ve kabaca işlenmiş üç adet kireçtaşı silindir yer almaktadır (Şek. 29). Benzer bir silindir 1965’te de krepis duvarı yakınında bulunmuştur, ama fonksiyonları hala bilinmemektedir. Sonuç olarak Prof. Hanfmann’ın 1966’da yenilgiyi kabul ettiğini belirten sözlerini anımsamadan edemedik: “İnsanın tümülüse karşı savaşında tümülüs galip gelmiştir.”
2013 baharında Sardeis ve Bin Tepe UNESCO Geçici Miras Listesine alınmıştır. Bu başvuruyu tamamlamayı ve bu olağanüstü sit alanının antik kalıntılarını ve modern güzelliğini korumaya katkıda bulunmayı umut etmekteyiz.
(Kazı Sonuçları Toplantısı 35: 119-135’ten uyarlanmıştır)
-
Şek. 24
-
Şek. 25
-
Şek. 26
-
Şek. 27
-
Şek. 28
-
Şek. 29